Codru

Beyaz güneşin altında, asırladır uyuyan,
Taş duvarlarında zamanın donduğu köylerde yürüyorum.
Her biri bir mezarlık sessizliğiyle dinler,
Rüzgarın fısıldadığı kayıp hikayeleri.
Yabancı ayakların uğramadığı bu diyarda,
Baharın düşü bile duyuları uyuşturur.
Bilinmezle şimdi birbirine bulanır.
Bense yitip giden neşeli şenliklerin hayalindeyim,
her bir köy meydanında.
Ey vahşi kolkhoz!
Toprağın çığlığı hala duyulur samanlıklardan,
Donmuş kuyulardan, ve atsızlaşmış ahırlardan.
Tarih, yasaklı bir matemin sızısıdır kemiklerimizde.
Her yol ikiye bölünür burada:
Biri şaraphaneye iner, biri manastıra.
Mısır ambarında açlık hırıltısıyla ulur köpek,
Mesih'in kanayan yüreği kanatır karanlığı.
Bense buz kesilmişim, bir gölet gibi.
Codru derler bu diyara —
Meşeler, kayınlar, akçaağaçlar
Yuvadır baykuşlara ve sincaplara,
Geyiklere ve tilkilere.
Vadinin solan yankısı saçılır, yokluğa yenik.
Ormanın kutsallığı saçılır, yeri saran acı bir sisle.
Kokusuz dallar saçılır, cansızlığın kucağından.
Karlara bürünmüş akçaağaçların arasındayım;
Donmuş toprağa kenetlenmiş köklerin üzerinde, ve
kahverenginin beyaza kanadığı bu yalınlıkta.
Bir geyik sürüsü, sıçrıyor tek sıra halinde —
Sanki kırağının ruhları onlara yol gösteren,
Sanki kaderin kendisi geçip giden.
Bıraktım kışın çıplaklığına kendimi:
Tilki ulumaları yarıyor gecenin kadifesini,
Meşe kabuğundaki yaralar fısıldıyor geçmişi,
Yaprakların ölüm hışırtısı toprağa nefes olurken,
Bir baykuşun sessiz kanatları alıp gidiyor beni.